Farkında mıyız, nereye gittiğimizin? Hiç düşündük mü ne oluyor, neler gelişiyor, biz ne yapıyoruz? Hayatın girdabına öyle bir girmişiz ki girdap döndükçe bizi de içine çekiyor. Çaba göstermez ve müdahale etmezsek girdap bizi yutacak.
Bizleri bu duruma belki hayat şartları getirdi. Günden güne ağırlaşan hayat şartları, birbirimizden uzaklaşmamız, içimize kapanmamız, bunun farkında olmamak bizleri robotik bir yaşam şekline dönüştürmüş durumda.
Ataerkil bir aile yapımız olmasına rağmen günden güne bu aile yapımızdan uzaklaşıyor, yalnızlaşıyor ve ruhsuz bir alem içinde buluyoruz kendimizi. Yalnızlaşıyoruz farkında olmadan… Gitgide sihirli kutu dediğimiz TV bizi hipnotize ediyor, elimizdeki cam ekranla dost, arkadaş, sevgili oluyoruz. Sabah işe giderken, işten eve dönüşte, çalışmıyorsak da evde, sokakta, pazarda, kafede, restoranda elimizdeki cam ekranla cansız ve ruhsuz muhabbetsiz.
***
Halbuki biz hisseden, duygulanan, ağlayan, sevinen, aşık olan canlı varlıklarız. Çiçeği bile severek toprağını çapalar, yaprağını sevgi sözcükleriyle temizleriz. Biliriz ki o canlı çiçek bile sevildikçe coşar.
Aynı evde olan aile fertleri ev ortamında ellerinde cam ekran veya karşılarında kendilerini hipnotize eden TV ekranı. TV açıkken bile ellerindeki cam ekranla haşır neşirler. Çocuk suyunu bile, yan odadan annesine mesaj atarak istiyor. Aynı sofrada insanlar ellerindeki telefonla ilgileniyorlar, konuşmuyorlar, sohbet etmiyorlar.
Aile büyükleri en iyi, en gelişmiş teknolojik aletleri çocuklarına alarak veya en iyi okula göndererek velilik görevlerini yerine getirdiklerini sanıyorlar. Farkında olmayarak aile bağları, arkadaş ilişkileri, dostluklar, komşuluklar bitiyor. Mutsuz, ruhsuz bir kitle ile karşı karşıya kalıyoruz. İnsan birbirlerine “Günaydın, iyi günler, iyi akşamlar, nasılsınız?” demeyi bile unuttular.
***
Zaten pek okumayan bir toplumuz, iyice okumaz hale geldik. Kültür, edebiyat, sanattan da iyice uzaklaştık. Mevsimler değişiyor, çiçekler yaprak açıyor, soluyor… Farkında olmadan seneler geçiyor. En önemlisi de sağlığımızdan ve insani değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Birbirimizi sevmiyor, saymıyor, aşık olmuyor, paylaşmıyoruz. Sanıyoruz ki biz insanoğlu tek başına yeteriz, mutlu oluruz.
Halbuki ne kadar yanılıyoruz. Toplum içindeki insanlar bir bütündür. Değerleriyle ayakta kalır ve sürdürülebilir bir toplum olur. Farkında mıyız acaba yarı android bir insan modeli ile modern hapishanelerde yaşadığımızın? Nerede arkadaşlık, dostluk, komşuluk, esnaflık, mücadele ruhu?
Tabii ki gelişen dünyaya ayak uydurmak, gelişen her türlü teknolojiyi takip etmek durumundayız ama bunların bizleri esir almasına izin vermemeliyiz. Kendimize gelip, öze dönük zihinsel dönüşümü yapmak zorundayız. Hatta devlet politikası olarak uygulamak zorundayız. Biz bir, beraber olursak, dayanışma içinde olursak, seversek, sayarsak, paylaşırsak, inanırsak ayakta kalırız.
Lütfen tekrar kendimizi, ailemizi, çevremizi tekrar bir gözden geçirerek girdabın bizleri yok etmesine müsaade etmeden kendimize gelelim.