Her gün Türkiye’nin değişik yerlerinde, herhangi bir doğal afet olmamasına rağmen, çatlayan, kayan, yıkılan binaları görüyoruz. Deprem ya da başka bir doğal afet olmadan da binalarımız yıkılıp can ve mal kayıplarına neden olabiliyor.
21 milyon civarında olan yapı stokumuzun acilen yaklaşık 6,7 milyon adedinin yenilenmesi veya güçlendirilmesi gerektiğini uzun zamandır yazıyoruz ve söylüyoruz. Kentsel dönüşüm öyle keyfe keder hareket edilecek, basite alınacak bir durum değildir.
Nerede bir yıkım ve can kaybı olsa hemen orada kentsel dönüşüm çalışması adı altında binalar yenilenmeye başlanıyor. Çaresizlik içinde o binalarda yaşayan vatandaşlarımızın ölmesi mi gerekiyor bu binaları yenilemek için?
Dikkat edersek can ve mal kaybı yaşanan bu binaların riskli olduğu yıkılmadan önce de bilinmektedir. En son İzmir’de yaşadığımız ve 100’ün üzerinde can kaybı olan, çöken o binaların yıllar önce bu riski taşıdığı bilinmesine rağmen üzülerek ifade edeyim ki vatandaşlarımız kaderlerine terk edilmiştir.
Yıllardır ülkemizdeki riskli binaların sayılarını ve yerlerini söylüyoruz. Maalesef bunların bilinmesine rağmen çözüm odaklı çalışmaların yeterince yapıldığını söylemek mümkün değil. Tek bir bakanlık kanalı üzerinden de sorunu çözemeyiz. Öyle olsaydı 9 yılda yenilenmesi gereken 6,7 milyon bina sayısında ciddi bir azalış olurdu.
Geçen 9 yılda riskli alan ilan edilen 257 yerde vatandaşlarımız yaşıyor ve mağduriyetleri çözülmüş değil. Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bugüne kadar mevcut riskli yapı stokumuzun ancak yüzde 10 -15 arasındaki bölümü yenileyebildik. Kentsel dönüşüm yavaş ilerliyor. Çünkü 6306 sayılı yasa doğru uygulanmıyor.
Kentsel dönüşüm meselesinin, mülkiyet hakkını, vatandaşın rıza ve muvafakatini önemsemeyen bir anlayışla çözülmesi mümkün değil. Finansmanı çözmeden, 6306 sayılı yasayı günün koşullarına göre düzenlemeden, bürokratik ve süreci tıkayan işlemleri çözmeden, bu kadar geniş kapsamlı bir hareketi tek merkezli yerden yürütmek, kentsel dönüşümü hızlandırmayacaktır.
Devletin şefkatli eli sorumlular tarafından, samimi, içten, çözüm odaklı, hakkı hukuku gözeten, çevre ve değerleri önemseyen, emeğe saygılı nezaket anlayışı ile süreci yönetenlere ve vatandaşa uzatılması gerekmektedir. O yörenin sorunlarını anlamadan, ihtiyaçlarını bilmeden, en önemlisi mülkiyet sahibi olan vatandaşın görüş ve onayı alınmadan bölgenin dinamikleri ve yerel irade sürece dahil edilmeden çalışmalar yapmak süreci hızlandırmaz, aksine yavaşlatır. Mağduriyet üzerine mağduriyet yaratır. Zaten geçtiğimiz tarihlerde yanlış uygulamalar nedeniyle kentsel dönüşüm rantsal dönüşüm olarak algılanarak bir güvensizlik ortamı oluştu. Mülkiyet sahibi olan vatandaş, ilgili idare olan yerel idare dönüşüm sürecine dahil edilmezse onların görüş ve onayı alınmadan kentsel dönüşüm yapılamaz. Yoksa anayasal hak olan mülkiyet hakkı “Çin Seddi” gibi karşınıza çıkar.