Yıllardır küresel ısınmadan kaynaklı mevsimsel değişikliklerin olduğunu yazıp çiziyoruz. Bizi bekleyen doğal afetlerden nasıl zarar görebileceğimizi de bilimsel verilerle açıklıyoruz.
Dünyada iklim değişikliğiyle ilgili ülkeler arasında yaklaşık 26 toplantı yapıldı ve bu konular tartışıldı. Alınacak tedbirler konuşulup belirli kararlar alınmasına rağmen maalesef sadece rapor olarak yazıldığını görüyoruz.
Türkiye de bu zirvelere katılan ülkeler arasında bulunuyor. Yaşadığımız bu süreçler içerisinde de mevsimsel iklim değişikliğinin farkındayız. Farkında olup konuşuyoruz ama sadece konuşuyoruz. Dolayısıyla önleyici ve tedbir alıcı hiçbir uygulama yapmıyoruz.
Doğa, esasında bizlere ara ara mesajlarını veriyor ama bizler idrak edemiyoruz veya umursamayarak günleri geçiştiriyoruz. Sanıyoruz ki geçiştirirsek bu işler hallolacak. Doğa kanunlarının hafızası çok sağlamdır ve unutmaz. Aynı zamanda da unutturmaz.
Son 15 gün içerisinde değişen iklim koşullarından kaynaklı doğal afetleri yaşıyoruz. Sanıyoruz ki doğal afet sadece deprem. Hâlbuki yangın, sel, heyelan, kuraklık da bir doğal afettir. Küresel ısınmadan kaynaklı yangınların, kuraklığın ve sellerin olabileceğini defalarca ulusal basında; gazetelerde, televizyonlarda bahsettik. Ancak ne hikmetse sorumlular görevlerini yerine getirmeyerek günübirlik oyalamalarla bizleri geçiştirmeye çalıştılar. Ama doğanın şakası olmaz ve geçiştirdiğimizde de bedelini ağır ödetir.
Günlerce Akdeniz ve Ege’de orman yangınlarıyla mücadele edildi. Yaşam kaynağımız olan ormanlarımız yok oldu. Bu kadar uzun süren yangın olaylarına daha önceden yapılacak çalışmalar ve önlemlerle en kısa sürede müdahale edilip, doğal kaynağımızın bu kadar geniş alanda olmasına engel olunabilirdi.
Daha orman yangınlarını soğutma çalışmaları bitmeden ikinci bir doğa olayı yaşandı. Kastamonu, Sinop’u vuran sel felaketi… Bölgeyi bizzat yerinde sıcağı sıcağına inceleme fırsatı buldum. Gördüm ki bile bile lades! Yazık bu kadar can ve mal kaybı oldu.
Yakınlarını kaybeden, bulamayan insanların sesleri ve ağlamaları kulaklarımdan hâlâ gitmiyor. Yıllardır söylüyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz; dere yataklarına, taşkın koruma alanlarına, heyelan bölgelerine İmar izni verilmesin diye. Biz söylüyoruz, biz dinliyoruz.
Hepimiz ekranlardan izledik, dere yataklarının yanına yapılan çok katlı binalarının, hastanelerinin ve sanayi dükkanlarının nasıl yıkıldıklarını. Bu kadar mı vurdumduymaz olunur? Bu kadar mı bu işler basit, bu kadar mı birçok şey dikkate alınmaz?
Masa başında yapılan siyasi imar planlamalarının yapılması ve uygulamaya göz yumulması, bilimin, ilmin, hesabın, liyakatin yok sayılarak fütursuzca yapılan yanlış uygulamaların sonucu yüzünden 100’e yakın vatandaşımızı kaybettik (Ulaşılamayanlar hariç).
O binalar gökten zembille inmedi. Bir iki günde de yapılmadı. Yıllarca devam edildi. Bu kadar mı cehaletçe yönetim olur? Toplum liderlerinin ve yöneticilerin asli görevi vatandaşların can ve mal riskini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaktır.
Herkes bu işten sorumlu. Planı yapan da ilçeyi yöneten de görevini lâyikıyle yapmayan mülki amirler de seçilenleri atayan da siyasiler de bizler de… Kısacası hepimiz sorumluyuz. Bir belediye dönemi içinde yapılan yanlış imar planları ve çıkarları maalesef bu olayları bize yaşatıyor.
Ne yazık ki çok daha fazla doğa olaylarıyla karşılaşacağız. Çok daha fazla şiddetli yağışlar alacağız. Çok daha fazla hava ısınacak. Çok daha fazla kuraklıkla karşılaşacağız. Çok daha fazla su kaynaklarımız, göllerimiz kuruyacak, çok daha şiddetli depremlerle karşılaşacağız.
Bu nedenle bu kadar veriler ışığında her türlü radikal kararları alıp, uygulamaları yapmak mecburiyetiyle, siyasi gelecek endişesi duymadan hizmet odaklı uzun vadeli çalışmaları bir an evvel yapmak ve uygulamak zorundayız.
Şimdiden söylüyorum, böyle devam eder vurdumduymaz olunur ve günü geçiştirilirse çok daha vahim, üzücü olaylar yaşanabilir.
Daha önce uyardığım gibi şimdi tekrar uyarıyorum: Çok daha üzülürüz.