TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI’nın Basın Bildirimini Sizlerle Paylaşmak İstiyorum..
Bilim insanları ve sorumlu kurum ve kuruluşlar tarafından önceden belirlenmiş etik kurallara bağlı olmadan ve bilimsel olarak kabul görmemiş yaklaşım ve yöntemlerle yapılan deprem tahminleri toplum üzerinde sosyal, ekonomik, psikolojik açılardan büyük sorunlara yol açmaktadır. Gerek Türkiye’de gerekse dünyanın az gelişmiş diğer ülkelerinde bu sıkıntı ve sorunlarla ilgili çok sayıda örnek bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde pek örneği olmamasına rağmen ülkemizde irili ufaklı hemen her deprem sonrasında, konunun uzmanı olsun veya olmasın akademik kariyere sahip olan birçok kişinin, bazen de amatör kişilerin, yazılı veya görsel medya organlarında hiçbir bilimsel esasa dayanmadan ilerisi için tahminler yapmaları veya birbirlerinin tahminleri hakkında ağır eleştirilerde bulunmaları olağan hale gelmiştir. Deprem önceden bilinebilir mi? Deprem tahmini; Belirli bir bölgede, belirli büyüklükteki bir depremin öngörülen belirli bir zaman aralığı içerisinde meydana gelme olasılığının bilimsel olarak kabul gören yaklaşım ve yöntemlerle belirlenmesi sürecidir. Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere bu iki kavram birbirinden tamamen farklıdır. Deprem kestirimleri deterministtik yöntemlerle elde edilir ve yer, zaman ve büyüklük açılarından olma olasılıkları yüzde yüze veya ona yakındır. Ülkemizde de sıklıkla dile getirilen deprem tahminlerinde de yer, zaman ve büyüklük esas alınmasına rağmen bu parametrelerin elde edilmesinde kullanılan yöntemler olasılık yöntemleridir ve hesaplamalar büyük belirsizlikler içermektedir. Depremlerin önceden bilinmesi konusunda yapılan bilimsel çalışmaların ise geçmişi çok yenidir ve bu konudaki çalışmalar, özellikle asrımızın ikinci yarısından sonra gelişen modern sismoloji bilimine paralel olarak gelişmiştir. Hele depremlerin nerede, ne zaman ve hangi büyüklükte olacağını önceden bilmeyi amaçlayan ve mutlaka çok yönlü ve sistemli çalışmaları gerektiren araştırmaların başlangıcı hemen bütün dünyada 1960’lardan sonradır. Deprem anlık bir olay gibi kabul edilse de aslında deprem bir süreçtir. Bu süreci öncül, ana şok ve artçı depremler diye üçe ayırabiliriz. Depremi önceden kestirmek adına yapılan araştırmalar ana şoktan yani fayın yırtılmasından önceki dönemde yer kabuğunun bazı değişikliklerinin gözlemlenmesi, ölçülmesi tekniklerine dayanır. Bu konuda pek çok yöntem vardır. Bu yöntemlerle bazı anlamlı sonuçların elde edildiği görülmüştür. Fakat henüz araştırma aşamasındadır. Hayvanların depremi önceden hissetmesi, işitme frekans aralıkları nedeniyle çok normaldir. İnsanlar saniyede frekansı 20 20.000 Hz arasında olan sesleri duyabilirlerken köpekler 100.000 Hz, fareler ise 40.000 Hz frekanslı sesleri duyabilmektedirler. Bazı hayvanlar deprem öncesinde meydana gelen manyetik alandaki değişiklikleri algılamakta ve bunun sonucunda deprem bölgesinden kaçmaktadır. Bu anormal hayvan davranışları çok önceden beri bilinmektedir ve incelenmektedir. Hayvanlar, yaşadıkları ortamlarda meydana gelen çok küçük değişikliklere karşı oldukça duyarlıdırlar. Ancak çok değişik nedenlerle olabilecek hayvanların davranışları ile depremlerin yeri zamanı ve büyüklüğünü önceden tahmin etmek arasında bilimsel bir ilişki kurabilmek oldukça zordur. Sadece karıncalar değil pek çok hayvanda birbirinden farklı biçimde hayvan davranışları sergilendiği gözlemlenerek klinik olarak zaten bilinmektedir. Hayvanların bu tür anormal davranışların altında yatan tek neden deprem değildir. Deprem tahmini çalışmalarında deprem oluşları ile ay, yıldızlar vb. gibi gök cisimleri ve mevsimler, bulutlar, fırtınalar vb. gibi atmosferik olaylar arasında ilişki kurabilme yolunda da araştırmalar yapılmaktadır. Günümüzde deterministtik deprem kestirimleri yapmak yerine, güvenilir veri ve yöntemler kullanarak ve belirsizlikleri iyi tanımlayarak olasılığa dayalı deprem tahminleri yapmak deprem risklerinin azaltılması açısından çok daha geçerli ve yararlı bir yaklaşım olarak görülmektedir. Deprem kestirimine ilişkin açıklamalar etik kurallara uygun mu? Depremlerin tahmini ve kestirimleri ve halka duyurulması ile ilgili sorunlar konusunda Avrupa Konseyi`nin 1991 yılında Strasburg’ ta yaptığı toplantıda “Depremlerin Önceden Kestirimi Avrupa Etik Kuralları” başlığı altında etik kurallar yazılı hale getirilmiş ve uygulanmak üzere ilgili ülkelere duyurulmuştur. Yapılan bu çalışmalara ülkemiz yetkilileri de katılmış, ancak bu etik kuralların etkili olarak uygulanması bu güne kadar sağlanamamıştır. Türkiye`de özellikle 1999 yılı depremleri sonrasında yoğunlaşan bilgi kirliliği ve bazı yerli ve yabancı bilim insanları veya amatör kişiler tarafından yapılan deprem tahminleri üzerine Başbakanlıkça ana görevi “kamuoyuna depremlerle ilgili doğru ve güvenilir bilgiler vermek” olan “Ulusal Deprem Konseyi” kurulmuştur. Buna rağmen, etik dışı deprem tahmin ve kestirimleri yapılmaya devam edilmiştir. Yıllardır üzerinde tartışılan konuların başında, bilim insanı ve araştırmacılar tarafından yapılan deprem tahminleri veya kestirimlerin kamuoyu ile nasıl paylaşılması gerektiği konusu gelmektedir. Depremlerin kestirimi veya tahmini gibi çok hassas konularda halka ve yetkililere bilgi veren bilim insanlarının özenle dikkat etmesi gereken öncelikler şunlar olmalıdır; A- Bilim insanlarının insan yaşamı ve mutluluğunu doğrudan ilgilendiren tehlike ve tehditler konusunda bulgularını ve düşüncelerini paylaşmak gibi vicdani bir görevleri bulunmaktadır. Ancak bu görev yerine getirilirken verilecek bilgiler ve mesajlar bilimin güvenilirliği ve belirsizlikleri dikkate alınarak basit, doğru ve açık ifadelerle verilmelidir. Bilimsel açıklamalar hiçbir şekilde hoş görünme, halk dalkavukluğu yapma, ün yapma, mesleki kazanç sağlama gibi etik dışı amaçlarla yapılmamalıdır. B- Bilim insanları medya ve halkla yaptıkları konuşmalardan kişisel olarak sorumlu olmalı ve yapacakları açıklamaların bilim ve toplum üzerinde yaratabileceği olumsuz etkilerin farkında olmalı, özellikle afet ve acil durumlar gibi toplumsal algılama ve hassasiyetlerin yoğunlaşmış olduğu durumlarda ayaküstü ve gelişigüzel açıklamalardan kaçınmalı, farklı algılama ve yorumlara neden olabilecek muğlak ifadeler ve uygulanma olanağı olmayan önerilerden kaçınmalıdır. C-Genel olarak bilimsel bulgu ve açıklamaların doğrudan halka yapılması yerine konu ile ilgili kurum ve kuruluşlar ve karar vericilere yapılması yolu tercih edilmelidir. |